Endüstriyel tasarım terimi seri üretilen, makine yapımı nesnelerin tasarımını ifade ediyor. Sanat ise çeşitli tanımlara açık olan ve kategorize edilmesi görece zor bir üretim biçimi olarak tarif ediliyor. Her iki alan da tasarlama ve hayal gücü gerekiyor. Böyle bir çerçevede, görsel sanatlarla endüstriyel tasarımı sayısız benzerliğinden ötürü bir araya getirmeye eğilim gösteriliyor. Günümüz dünyasında birçok sanat akımının endüstriyel tasarım ürünleri ile yeniden yorumladığı görülüyor. Bir sanat akımının sanat içerisindeki yorumuyla endüstriyel tasarım ürünlerindeki yorumu şüphesiz çok farklı oluyor. Peki, nedir bu farklılıklar veya tasarımları içindeki sanat akımları nasıl görülebilir?
İki Büyük Sanat Akımı: Konstrüktivizm ve Bauhaus
Konstrüktivizm ve Bauhaus akımları tasarım dünyasını baştan aşağı değiştiren manifestoları nedeniyle önem kazanıyor. Rusya’da ortaya çıkan konstrüktivizm ve Almanya’daki Bauhaus, yeni makine çağından ilham aldı. Her iki akımda da işlevi takip eden biçim üzerine vurgu yaparak soyut, geometrik bir forma sahip tasarımlar yaratıldı.
Konstrüktivizm, 1915 civarında Rusya’da Vladimir Tatlin ve Alexander Rodchenko tarafından kurulan soyut sanatın özellikle yalın bir dalıydı. Vladimir Tatlin 1913’te Pablo Picasso’nun Paris’teki stüdyosunda gördüğü kübist yapılardan çok etkilendi. Bunlar, üç boyutlu, hurda malzemelerden yapılmış natürmortlardı. Tatlin benzer bir yorumu kendisi de geliştirdi ancak onun işleri tamamen soyut yapıdaydı ve endüstriyel malzemelerden yapılmıştı. Konstrüktivistler, sanatın modern sanayi dünyasını doğrudan yansıtması gerektiğine inanıyordu. Nesnenin malzemesi, estetik niteliklerinin yerine geçmeliydi. Tasarım nesnesi bir bütün olarak ele alınacağı için fark edilebilir bir “tarzı” olmamalıydı. Sadece bir araba ya da uçak gibi bir endüstriyel düzenin ürünü olarak tasarlanması gerektiğini söylüyorlardı. Bu anlamda konstrüktivizm tamamen teknik bir ustalıkla materyallerin düzenlenmesiydi.
Tasarımın İşlevselliğine Karşılık Sanatın Zorunluluklardan Uzaklaşması
Bauhaus, Almanca iki ismin birleşiminden oluşuyor: Yapı (bau) ve ev (haus). Bu akım, yeni bir toplum inşa etmek için çalışan bir gruba ya da kardeşlik fikrini uyandırma amacına da vurgu yapıyor. Kurucu hocaları arasında arasında Wassily Kandinsky, Paul Klee, László Moholy-Nagy ve Josef Albers gibi meşhur sanatçılar vardı. Bauhaus okulunun etkisi, özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında birçok sanatçının taşındığı ABD’de muazzamdı.
Görsel sanatlar ve tasarımın her ikisi de muazzam yaratıcılık, keskin bir estetik ve tarz duygusu, duygusal zeka ve görsel medya aracılığıyla bir hikaye anlatma yeteneği gerektiriyor. Bunlar zorlayıcı ve kimi zaman kafa karıştırıcı olan benzerlikler olsa da, pratikte bu iki disiplinin gerçekleşmesi şaşırtıcı derecede kolay. Örneğin; tasarım işlevsellik gerektirir, belirli bir amaca ve gruba hizmet etmesi amacıyla öne çıkar. Öte yandan sanatın böyle bir yükümlülüğü yoktur. Yine de sanatçılar kendi manifestolarını ve kurallarını/kuralsızlıklarını tanımlayarak pek çok tasarımcıya yol açarlar ve etkilerler. Bunun yanı sıra endüstriyel tasarım sonuca odaklanan bir yapıya sahiptir. Görsel sanatlar ise sonuç odaklı olabileceği gibi süreci ön plana çıkaran bir yolu tercih edebilir. Bu anlamda endüstriyel tasarımcıların, sanat manifestolarının farkında olan ve tasarımsal ihtiyaçları bu kurallarla bütünleştirebilen kişiler olduğu söylenebilir.