Sürdürülebilir mimari terimi oldukça uzun zamandır mimarların, peyzaj mimarlarının, şehir plancılarının eğitim ve uygulama hayatına girmiş durumda. Çevreyle uyumlu, doğaya zarar vermeyen mimari üretimlerin peşinde olan bu tasarım yaklaşımı, çoğunlukla etkin enerji kullanımı ve düşük maliyetli yapıların inşa edilmesi şeklinde algılanıyor. Buna rağmen sürdürülebilir mimari olgusu, hem teoride hem de pratikte çok daha fazla yorum ve yaklaşımı içinde barındırıyor.
Sürdürülebilirliğin Temelleri
Ekolojik tasarım, yeşil tasarım, çevreci tasarım gibi pek çok kavramla yakın ilişkide olan sürdürülebilir mimari olgusu, aslen yapılı çevrenin ve insanın ekosistemle kurduğu bağa odaklanıyor. Çevre politikaları ile bağlantılı olan mimari sürdürülebilirlik, ekoloji gibi geniş bir çalışma ve araştırma alanına kök salıyor.
Temellendirildiği düşünceler arasında her zaman doğa ve insan ikiliğinin birlikte var olma koşulları ve bu koşulların optimize edilmesi yer alıyor. Bu anlamda sürdürülebilir mimari teriminin yakından ilgili olduğu derin ekoloji kavramı (deep ecology), “sürdürülebilirliğin” farklı açılımlarını yapan, anlamını ve uygulama alanını genişleten bir kavram olarak yorumlanıyor. Temeli 1970’lerin başında Norveçli çevre düşünürü Arne Naess tarafından atılan derin ekoloji, doğadaki her canlı varlığın dünyanın hassas dengeli sistemi için eşit derecede önemli olduğunu ileri sürüyor.
Sürdürülebilir Mimari ve Derin Ekoloji Yaklaşımı
Beşeri ihtiyaçlara faydası hangi boyutta olursa olsun, tüm canlıların içsel değerini görünür hale getirme amacını taşıyan derin ekoloji, bir çevre bilinci aktivizmi olarak da tanımlanıyor. Bu hareket özünde, modern toplumun yaşam biçimlerinin radikal bir şekilde bu bilince göre yeniden düzenlenmesi gerektiğini vurguluyor. Bununla birlikte çevresel ve yeşil hareketler için bir temel oluşturarak yeni bir çevre etiği sistemine yol açıyor.
1994 yılında Birleşik Devletler Yeşil Bina Konseyi tarafından kurulan ve yönetilen LEED standartları (Leadership in Energy and Environmental Design), sürdürülebilir mimarinin yaygınlaştırılması bağlamında mimarlar ve inşaatçılar için önemli bir kilometre taşı olarak kabul ediliyor. Gerekli noktalarda güncellenerek bugün de mimari tasarımda kullanılan bu standartlar, çevreye duyarlı binaların tasarımı ve inşası için ölçülebilir kriterler sağlıyor. Bu kriterler çevre dostu yapıların inşasında, etkin enerji kullanımı gibi yaklaşımlarda büyük gelişmeler sağlamakla birlikte sürdürülebilirlik konusuna olan perspektifi tekdüzeleştirebiliyor. Bu anlamda başvurulabilen derin ekoloji kavramı, mimari ve çevre tasarımı için genişletilmiş bir bakış açısı vadediyor.
Çift Yönlü Bakış Açısı: Hem İnsan Hem de Doğa İçin Tasarım
Derin ekolojinin savunucuları, dünyanın insanlar tarafından serbestçe sömürülecek bir kaynak olarak var olmadığını dile getiriyorlar. Doğal kaynakların yetersiz olduğu ve aşırı tüketimin biyosferi tehlikeye attığı bir dönemde yeni bir örneklemin kurulması gerektiği belirtiliyor. Yeni örneklemse çevreyle kurduğumuz etkileşimin tüketici ve hiyerarşik olmayan bir bilinç düzeyinde olduğu bir yaklaşımı kurguluyor. Derin ekoloji etiği bu anlamda en ufak bileşenin dahi hayatta kalmasının bütün sistemin refahına bağlı olduğunu söylüyor.
Dünyadaki çeşitliliği ve zenginliği olumsuz yönde etkileyecek herhangi bir ayrıcalığımızın olmadığını aktaran bu kavram, mimari üretim pratiklerinin de bu anlayışa göre şekillenebileceği anlamını taşıyor. Sürdürülebilirlik olgusuna bu açıdan bakıldığında sürdürülebilir mimarlık kavramı, popülerleşen her olgu gibi sığlaşan söylemlere sahip olabiliyor. Örneğin çevre sağlığı için salt doğal malzemelerin kullanımını savunan bir mimari proje, aslen o kaynakların tüketicisi olurken alternatif uygulamaların daha iyi sonuçlar verebileceğini göz ardı ediyor. Bu anlamda kalıplaşmış uygulamaların ve söylemlerin ötesinde bir farkındalığı vurgulayan derin ekoloji, sürdürülebilir mimari uygulamaların her safhasında, doğanın bütününe olan etkinin araştırılmasını ve tasarım kararlarının bu doğrultuda alınmasını dile getiriyor.